13 Ekim 2017 Cuma

Kibyra; Demircilerin ve Gladyatörlerin Kenti




" Kibyralıların, Lydialıların soyundan oldukları söylenir. Bunlar Kabalis'i ve çevresindeki Pisidialıları ele geçirdiler ve oraya yerleştikten sonra kenti, çok iyi tahkim edilmiş ve çevresi yaklaşık yüz stadia olan başka bir yere taşıdılar. Bu kent iyi yasaları sayesinde kuvvetlendi ve köyleri Pisidia ve komşusu Milyas'dan Lykia ve Rhodosluların Peraia'sına kadar yayıldı. Kentin civarında üç kent daha kuruldu. Bunlar Bubon, Balbura ve Oenonanda'dır. Bunların oluşturduğu konfederasyona Tetrapolis adı verildi. Bunlardan her birinin oy, fakat Kibyra'nın iki oy hakkı vardı, çünkü Kibyra otuz bin piyade ve iki bin atlı çıkarabiliyordu. Burası daima tiranlar tarafından idare edildi, fakat gene de insaflı bir yönetim uygulandı. Ancak tiranlık Moagetes zamanında sona erdi. Murena, tiranlığı yıktı ve Balbura ile Bubon'u Lykia topraklarına kattı. Fakat bugün Kibyra'nın kaza yetkisi Asia'dakilerin en genişi sayılmaktadır. Kibyralılar Pisidia, Solym, Hellen ve Lydia dilleri olmak üzere dört dil kullanırlardı, fakat Lydia'da Lydialıların diline ait en ufak bir ip ucu yoktur. Kibyralıların başka bir özelliği de, demir işçiliği ve kakmacılığındaki ustalıklarıdır. Termessos'un dar geçitlerinden başlayarak Taurosların içinden İsinda'ya geçit veren boğazdan, Sagalassos ve Apameialıların topraklarına kadar uzanan ülkeye Milyas denir."



Strabon (MS 1.yy); Antik Anadolu Coğrafyası, kitap XIII 
( not 1: Tauros )



Kibyra  Stadyumu - 12-13 Bin kişilik, Gölhisar / BURDUR
Stadium of Kibyra (Cibyra) - 12-13 Thousand




KİBYRA

Kibyra, antik dönemde Likya, Karya, Pisidya ve Frigya kültür bölgelerinin kesişme noktasında, kuzeyi güneye ve doğuyu batıya bağlayan ticaret yollarının tam merkezinde konumlanır. Kibyra, bu avantajlı konumun sağladığı ticari olanaklar ile bulunduğu bölgenin her dönemde egemen gücü olmuştur.


Kentin bugün görülebilen tüm mimari kalıntıları Roma İmparatorluk Dönemi’ne aittir. Kibyra, II. Eumenes (MÖ 197-159) zamanında Bergama Krallığı egemenliğinde görünmektedir. Boubon, Balboura ve Oinoanda ile dörtlü ortak meclisi olan Kibyra, yani "Kabalis Bölgesi Dört Kent Birliği" MÖ 82'de Romalı general Murena tarafından dağıtılarak ortadan kaldırıldıktan sonra Kibyra, Asia Eyaleti’ne, diğer kentler ise Likya Birliği’ne dahil edilmiştir. Kibyra, Roma İmparatorluk Dönemi’nde Asia Eyalet Valisi’nin yargı merkezi olmuştur. 


[ Lucius Licinius Murena, Sulla ile Mithridates arasındaki anlaşma gereği Pontus'un kontrolü Mithridates'e bırakıldığı halde, Murena Mithridates VI 'ün silahlanıp saldırıya hazırlandığı iddiasını ortaya atar ve Pontus'u işgal ederek İkinci Mithridat Savaşı'nı (MÖ 83-81) başlatır. Bir kaç çatışmadan sonra Murena yenilir ve Sulla'nın emirleri üzerine tekrar barış sağlanır. SB]


Başkentliğini Kibyra’nın üstlendiği Tetrapolis’in toplantı merkezi ve Roma İmparatorluk Dönemi kent meclisi ve yargı binasının “Bouleuterion / Meclis Binası” olduğu düşünülmektedir. MÖ 23 yılında meydana gelen büyük bir deprem sonucunda yerle bir olan kente; o zamanki Roma İmparatoru Tiberius 5 yıl için vergi affı getirmiş, ayrıca para yardımında da bulunarak kentin yeniden inşa edilebilmesini sağlamıştır. Kibyralılar imparatora olan minnettarlıklarını kentlerinin adını “Caesarea Kibyra = İmparatorun Kibyrası” olarak değiştirerek göstermişlerdir. Kibyra özellikle MS 1.yy - 3. yüzyıllarda en parlak dönemini yaşamıştır.


Antik kaynaklar ve yazıtlardan okunan bilgilere göre; Kibyra özellikle demir işlikleri, dericilik ve at yetiştiriciliğinde ünlüdür. Buna çömlekçilik de eklenmelidir; çünkü Tiyatro tepesinin güney yamaçlarında hemen göze çarpan akıntı seramik parçalarının türü, yapısı ve yoğunluğu buna işaret etmektedir.





Stadion (Stadyum): MS 2. yy sonları ve 3. yy başları.

Kente girişte ilk anıtsal yapı olan Stadion’un kazılarına 2006 yılında başlanmıştır. Kentin doğu yamacında yer alan Stadion, ana caddenin ucunda yer alan anıtsal giriş kapısından sonra, ikinci bir anıtsal kapı ile girilir. Yaklaşık 12 -13 bin kişilik kapasitesi yanında 200 m.’ye varan pist uzunluğuyla Anadolu’nun en görkemli stadyumları arasında yer almaktadır. 


Stadion’a anıtsal bir kapı ile girilir. Diğer bir kapısı, güneydeki apsisin tam ortasındaki tonozlu kapıdır. Yapının batı tarafı, yamacın yüksek olan ana kayasına yaslandığı için 21 oturma basamağı, bunun tersine doğuda ancak 7 oturma basamağı konulabilmiştir. Böylece mimari olarak batı sıralarda oturan seyircilerin muhteşem ova ve göl manzarasını kapatılmamıştır. Batı oturma sıralarının tam ortasında protokol alanı ayrılmıştır. Stadion batı oturma sıralarının altında künklere bağlanmış büyük Pithoslar ile oluşturulan atık su sistemi yukarıdan gelen suyun Stadion zeminine gelmeden tahliye edilmesini sağlamasıyla da mimari zenginliğini arttıran önemli bir ayrıntıdır. Batı oturma sıralarının üzerinde yer alan ve tüm batı cephe boyunca izlenen Portiko (üstü örtülü açık dehliz) Stadion’a anıtsal bir cephe kazandırmıştır.





Odeion / Bouleuterion (Müzik Evi/ Meclis Binası)

3600 kişilik kapasitesiyle Antik Çağ Anadolu’sunun üzeri çatıyla kapalı büyük ve en görkemli yapılarından biri ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca yapının ön alanında toplam boyutu 540 metrekare mozaik döşem ortaya çıkarılmıştır. Bu haliyle Anadolu’da bu güne dek ortaya çıkarılmış tamamıyla sağlam durumdaki en büyük mozaik döşem olma özelliğini taşır. Mozaik döşem beyaz, beyaz üzeri kırmızı damarlı ve siyah tesseraların geometrik desenler ile süslenmiştir. 


Orkestranın tam merkezinde ortaya çıkarılan Medusa, iri gözleri, kalın dudakları arasından görülen dişleri, dışarı sarkmış dili, kanatlı başlığı ve dalgalı saçları arasına ve boynuna dolanmış yılanları, çevresini saran kırmızı beyaz renkte mermerlerden yapılmış yaprak benzeri ışın sıralarıyla büyüleyicidir. Görenler Medusa’nın etkileyiciliği karşısında etkilenir. Bir orkestranın zemin döşeminde böylesine bir Medusa resmi, Anadolu arkeolojisi için tekil örnektir.



Medusa (2)


Kazılar sonucunda Müzik Evi/Meclis Binası olarak adlandırılan yapının, aynı zamanda kış aylarında tiyatro ve Kibyra’nın bir yargı merkezi olmasından dolayı da bir mahkeme binası işlevlerinde de kullanıldığı öngörülmüştür. MS 2. yüzyıl sonu 3. yüzyıl başında, son şekliyle inşa edildiği anlaşılan yapı, bir yangın sonucu göçtüğü anlaşılan çatısı haricinde neredeyse tamamen korunmuştur.


Yrd.Doç. Şükrü Özüdoğru: "Kibyra'da iki tür gömme geleneği vardır; inhumasyon (ceset gömü) ve kremasyon (yakılma). Kremasyon gömü İskender döneminden başlar Roma dönemine kadar devam eder. Roma döneminden sonra ise inhumasyon gömüye geçilmiştir. Mezarlar ölen bireyin öteki dünyadaki evidir, bu sebeple de yeme içme kapları, giysiler, takılar ve çeşitli metal objeler koyarlar. Roma dönemi mezar yazıtlarında, mezarları izinsiz kullanan veya zarar verenlerin, ceza olarak kent meclisine oldukça yüksek miktarda para ödemek zorunda olduklarından bahsedilir. Mezarlık alanlarının korunması için özel kanunları vardır. O dönemde herkes istediği gibi gelip bir mezarı kullanamıyor veya tahrip edemiyordu. Hristiyanlıkla birlikte  (MS 4.yy'dan sonra) ölü gömme adetleri değişiyor ve bununla beraber mezarlık alanına yönelik kanunlar da değişiyor. Özellikle MS 5'inci ve 6'ncı yüzyılda Roma imparatorluk dönemi veya öncesine ait mezarlarda soygunların başladığını söyleyebiliriz. Tabii ki bu soygunlar günümüze kadar devam etmiştir." (09.10.2017,basın)



Arkeolog Mustafa Şimşek: "Kibyra'daki anıt-mezarlar, Roma’nın en ihtişamlı döneminde inşa edilmiş bir mezarlardır, sadece bir tek kişinin defnedildiği değil, kişinin bağlı olduğu ailenin tamamının defnedildiği özel aile mezarlarıdır. Çok özel bir mimariye sahip. Kibyra ya da komşu kentlerin nekropolislerinde bu tarz mezarları görebilmek çok mümkün değil. 8×12 metre podyum uzunluğuna sahip, 4 metre podyum yüksekliği var. Yapının sadece podyum kısmı korunabilmiş. Üzerindeki mezar olarak adlandırdığımız anıtsal bina tamamen kaldırılmış. Olasılıkla M.S. 5-6’ncı yüzyıl içerisinde Erken Doğu Roma döneminde farklı ihtiyaçlardan dolayı kaldırılmış durumda. Kazılar esnasında lahitlere ait çok nitelikli küçük parçalar ele geçirdik." (08.09.2017,basın) ( not 3: Anıt-Mezarlar)




Kazılar, 2006 yılından beri T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd.Doç. Şükrü Özüdoğru başkanlığında ve Yrd.Doç.Dr. Eray Dökü kontrolündeki bir ekip tarafından yürütülmektedir.


T.C.İl Kültür ve Turizm Bakanlığı / BURDUR






Notlarım:
(renkleri farklı olanların link bağlantıları vardır)

(1) 
Balbura = Karaçulha Yayla-Altınyayla / Burdur [Balbura ile Bubon kelimeleri de çok ilginç!]
Bubon = İbecik Köyü - Gölhisar / Burdur
Oenoanda = Oinoanda İncealiler Köyü / Muğla. Duvarcı ustalarıdır; Kyklop.  IV.Tuthaliya'nın MÖ 13.yy'daki Lukka Seferi yazıtında "Wiyanawanda" olarak geçer. Hellenler henüz Anadolu'da değildir!

Tauros' taki -os eki Hellence olsa da Tau Türkçe'dir = TAU-DAĞ
Boğa, Dağ ve Tanrı eş görülür. Bizim Toros dediğimiz Tauros Dağları hem Boğa hem Dağ hem de Tanrı anlamındadır, ki Tau Türkçedir; mesela ULUTAU veya ALATAU olarak Kazakistan'da kullanılır. Tauros'taki -os eki Hellen dilinden kalmadır. Fırtına Tanrısı Tarhu'dan Tauros'a-Tarkan/Tarhan, ki Azerbaycan Türkologları Tar'ın açıklamasını İlah/Tanrı olarak verir. Prof.Dr.Mirfatih Zakiyev ise Taur'un "Dağ İnsanları" anlamına geldiğini yazar.  

"Luvice" Gök/Dağ Tanrının adı da Tarhunt/Tarhu'muş... Tarhu - Tarhan - Tarkan bunların hepsi Türkçe'dir. Bu da, Tarhu kelimesinin Luvice'ye Türkçe'den geçtiğini gösterir. Hattiler'de Taru, Hurri-Urartular'da Teshub, Likyalılar (aslı Lukka'dır=Kurtların Ülkesi) da simgesi Boğa olan Fırtına Tanrısı Trqqas (Trqqiz = Turkkız, Turkkas, Türküz ; Trokondas = Troko = Turoko = Turco) iken;  Hititler'de kralın adı Tarkondemos, Etrüskler'de Tarquin'dir... Bu arada, Oğuz Kağan Destanı'ndaki Oğuz-Ay-Boğa ilişkisi de hatırlanmalıdır.




Yayı ile Mira Kralı Tarkasnawa, 'Tarkondemos' (MÖ 13.yy), Karabel (Boğazköy mühürlerinde de Tarkondemos adı görülür)


İlginç olan ise, hiç kimse, özellikle, bu kelimelerin Türkçe kökenli olabileceği, üzerinde durmamış. Sorarım o zaman, en basitinden, Tarkan'ı erkek ismi olarak kim kullanıyor? Avrupalılar mı?... Dişi Kurt Leto'nun ülkesi "anaerkil" Lukkiya'dan (Lykia, ki kendilerine Trmmis(e) der; Trmmis Tyrrhenian kelimesini hatırlatır; yani Turan-Etrüsk-Pelasg-Deniz İnsanları) olan kahraman Sarpedon'un adındaki kök hece SARP'ın da Türkçe kökenli olduğunu biliyoruz... 

Sarpedon'un abisi Minos Girit'teki Pelasgların lideridir. Heredot'a (1:173, ki bir çok uydurması vardır, bu sebeple de diğer kaynaklarla beraber değerlendirilmelidir!) göre de Girit'te çok eskiden sadece Barbarlar, yani Hellence konuşmayanlar oturmaktadır. Minos ile Sarpedon'un arası açılınca Minos onları anakaraya kovar. Minos'un kızı Akakallis'in Apollo'dan bir oğlu olur, Miletus.  Apollo onu emzirmesi için bir Dişi Kurt'a verir. Miletus'un abisi Kydon'u da bir kurt emzirir. Miletus Girit'i terk ederek Karia'ya  gelir ve ikizleri olur. Tıpkı Lykia'da tapınım gören Dişi Kurt Leto (Likçe'de kadın alamına gelen LATA'dır adı, ve içinde ATA kelimesi rahatlıkla görülür.) ve adlarının Yunanca anlamları olmayan İkizleri Ay olan "Ertemi (Artemis)" ile Etrüskler'de Aplu ve Hellen göçünden önceki Anadolu'da ise Appaluinas olan Kurt lakaplı "Apollo" gibi. Ne yani, Etrüsklere ait olan Dişi Kurt kültünün Romalılara mı ait olduğunu sanıyordunuz?... İster "mitolojik" hikaye olsun, ister Girit'ten gelmiş olsun, dil, kültür ve anane yalan söylemez; Sarpedon, Miletus, Lykia, Karia, İon, Truva ve Leto/Lata öz be öz Anadolu'ludur, Hellenlerle de hiç bir ilgisi yoktur!... Prof.Dr.Bülent İplikçioğlu'nun da dediği gibi; "Sonraları Akalar’ı büyük ölçüde etkileyen yüksek bir kültürün yaratıcıları olan Minos Giritlileri, bugün adlarını Hellen mitolojisindeki Kral MINOS’tan almakla birlikte, Hellen kökenli değildiler. (Hellen ve Roma Tarihinin Anahatları)"


Aşağıda ise Prof.Bryce'ın kitabından "Trqqas-Troko" kelimeleri:

The Lycians in Literary and Epigraphic Sources
Trevor Bryce (prof.,an Australian Hittitologist)

"Trqqas (Lyc.B Trqqiz). The Lycian god Trqqas can be directly equated with the Luwian Storm God Tarhunt, the chief god of the late Bronze Age Luwian pantheon. In addition to figuring as a disciplinary agent in several of the sepulchral inscriptions, the god also appears in several passages in the Xanthos stele inscription, which probably reflect his importance in Xanthos as well as in Lycia in general; for example, TL 44 b 51-52:

se dde tuwete : kumeziya : ere ere trqqnti : pddatahi
"And he has erected altars everywhere (?) to Trqqas of the pddat-"

Tarhunt/Trqqas is the basis of the personal name Trokondas which occurs quite frequently in the Greek inscriptions of eastern Lycia, Pisidia and Lykanoia. According to Houwink ten Cate, Zeus Solymeus, the chief god of this region in Greco-Roman times, is simply the old Anatolian deity Tarhunt in another guise."


Neymiş? Grek-Roma döneminde bölgenin baştanrısı Trqqas, sadece eski Anadolulu tanrısı olan Tarhunt'un başka bir görünümüdür.... Ancak, "Tarhunt-Trqqas" kelimeleri bazılarının iddia ettiği gibi "Hint-Avrupa dil" grubuna sokulan "Luvice", "Likçe" ya da "Hititçe" değil, Türkçedir !..


(2)


Medusa Gorgoların ölümlü olanıdır. Gorgo Türkçe'dir = Korku, Qorgu kelimesidir. Amazon olarak bilinen ama İskit/Sakalar tarafından Erpata olarak adlandırılan kadın savaşçıların liderlerinden birinin adı da Medusa'dır.  link 

İskitlerin yaylarına da Gorytos demeleri gibi: Goru-Koruoz: Koruyoz... link



(3)

Hellenler'de Kral bile olsa nekropolise gömülür, kent içine gömülmez.  "Tapınak-Anıt mezarı" yerine bazı yerlerde bu tip mezarlara "heroon" denmesi de yanlıştır....çünkü;

Prof.Fahri Işık:  "Hellen düşüncesinde ölümlüler tanrılaşamaz; Atina’ya altın çağı yaşatan ünlü Perikles bile MÖ 429'da sıradan bir insan gibi ölür ve "ölüler kenti" anlamındaki "nekropolis"e gömülür. Tarih, bir ayrı soydan Makedon soyundan bir dünya fatihinin, Büyük İskender'in, bile kendisini Mısır'da Zeusoğlu ve İran'da Büyük Kral olarak görme isteğinin Hellenler arasında nasıl sarsıcı bir tepkiyle karşılandığını, sözde "Doğu Hellen" olan İonlar tarafından ise hemen kabul gördüğünü yazar. Peleponnes Savaşları'nın Spartalı muzaffer komutanı Amiral Lysandros'un Samos halkı tarafından tanrılaştırılması da bu bağlamda, Hellen ve İon halkı arasındaki düşünce farkını ortaya koyması yönünden önemlidir. Smyrna tyran'ı Tantalos'un Yamanlar Dağı'nda ve adı bilinmeyen bir Ephesoslu soylunun Belevi tepesinde konumlanan görkemli tümüslüsleri, ancak kendilerini bir Lydia, Phrygia ya da Leleg hanedanları gibi, belli ki örneğin Phellos'ta Leleg benzeri tümülüslerde yatan Lykia bey soyu gibi, bir tümülüs tapınak mezar içinde tanrılaştırma isteklerinin bir ürünü olabilir....

Hellen dünyasında ise tarihsel anlamda bir "kral kültü" değil, Klasik Çağa'a dek destansal anlamda bir "heros" kültü" vardır, bir tür "kahramanlar kültü". Tanrılığa yaklaşanlar bir Herakles ya da Dioskurlar'dır; "kent kurucu" olarak da yaygındırlar. Eskiçağ bilimcilerinin Lykia tapınak mezarlarını, sonraları sıradan mezarları da Hellence yazıtların diliyle "heroon" deyimiyle tanımlamalarındaki terslik; çift dilli yazıtların çevirilerinden bilinir ki, bu kez o düşünceye kökten yabancı olan "tanrılaştırma" ve "tapınak mezar" kavramlarının kendi Hellen inancındaki karşılığının "heros" ve "heroon" olmasının bir sonucudur." Bu açık gerçeğin görmezlikten gelinmesinde, Lykia halkını yüzyılı aşkın zamandan beri Hellenleştirmiş olma geleneğinde düğümlenen önyargının yanlıştan dönme güçlüğünün payı vardır. Bu açmazda direnenlerden F.Kolb için "temenos ve mezar kültü yapısı ve sunak birlikteliğindeki bu heroon'lar, bey kültünün hizmetinde" ise, bu yorumuyla o, mezar beyine bir tanrı gibi yaklaşıldığını da görüyor olmalıdır. Ve Ege'nin iki yakasındaki iki kültürü de iyi tanıyan bir eskiçağ bilimcisi olarak bu yaklaşımın Lykialı'yı düşüncede Hellenler'den ayırdığı sonucunu çıkarması aslında zor olmamalıdır....

Hellen dünyasında ise tanrı ne bir ölümlünün mezarı üzerinde betimlenebilir ve ne de ölümlülerle bir arada olabilir.... Lykia beyi ölümsüzleştiği bu "evlerin" üzerine, yaşadığı zamanın işlerini, özellikle savaşı, avı ve şöleni resimlendirir ki tanrılaşma düşüncesi gibi bu tarihsel içerikli gerçek betimlemeler de Hellenlere yabancıdır; onlar savaşları bile tanrıların da içinde olduğu mitosların diliyle anlatır.... 

Anadolu tapınak mezarları için Hellas'a özgü 'heroon' tanımlaması da Panhellenizmin burgacında dogmalaşmış bir kavram olarak ve inatla sürdürülmektedir, bizde de öyledir...  Hellence konuşmak ve yazmak ile Hellenleşmiş olunmaz. Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan da zor." 



Lakin hocaya katılmadığım bir nokta var; Prof.Işık, Lukkaları, Troyalıları Luvi halkından sayar. Halbuki, "... bölgeler arası kültürel ilişkilerin MÖ 6000 yılı dolaylarındaki varlığına tanıklık eder" der... “Milyas’ın Erken Tunç Çağı’na ışık tutan Karataş kazıları, Elmalı Yaylası’nın Batı Anadolu kültürleri, özellikle de -çağdaşı- Troia kültürü ile bütünlük içinde olduğunu göstermiştir” der. Ancak MÖ 2000 lerde Asur tabletlerinde "nuwa'um" olarak bahsedilen dedikleri ve Hint-Avrupa dil grubunda gösterdikleri Luviler henüz tarih sahnesinde değildir (ki Hint-Avrupa kavramı bile bugün tartışılırken!). Ege'den Kilikya'ya ve Anadolu'nun iç bölgesinde yaşadıkları söylenir. Halbuki tarihin hiçbir döneminde Luvi devleti, halkı yoktur, ama dili "var". Ayrıca antik dönem yazarların; Homer, Heredot, Strabon, Pliny,vs. gibi, hiç birinin kitabında Luwi/Luvi geçmez, ama Pelasg ve Lelegler geçer... İlginç değil mi?.. [bunun için size bir link; luvians ve luwians diye arama yaptım, sonuç sıfır, cibyra, lycians, scythians, pelasgians diye arama yaptım, sonuç verimli. Siz de araştırabilirsiniz.]


Son yıllarda pek bi popüler olan Luwianstudies'in da kaynak olarak gösterdiği, Arielle P.Kozloff'un yazdığı (Rockefeller'in finanse ettiği Cambridge Universitesi'nin yayınladığı) "Amenhotep III" kitabına baktım. Çok ilginç çünkü "Luvian" kelimesinin geçtiği tek sayfa 165.inci sayfadır. Orjinal yazıttan eser yoktur.. Varlığı iddia edilen yazıtta Hurrili at terbiyecisi Kikkuli'den bahseder, "Hurrice dua ederken... Luvice de dua eder." diye geçer. Nereden bilelim orada "Luvice de dua eder" cümlesinin olup olmadığını, yazarın ekleyip eklemediğini? Şüphelenmemek elde değildir, çevirirken ya yanlış yorumladılar, ya da bile bile uydurdular! Bir çok orjinal "Grek" ve "Roma" yazarlarının kitaplarında bile "Ellen" yazarken "Greek" diye çevirenler varken ne düşünmeliyiz bu durumda?  Ben "politik" açıdan yazdırılmış olabileceğini bile düşünüyorum... "hadi araya "Luvileri" sıkıştır da bizde Anadolu'da  Luvileri Troyalılara bağlayalım!" Yaparlar da... Hiç kimse, kör gözüme gir olan, Pliny the Elder ya da Pomponius Mela'nın kitabında geçen TYRKAE-TURCAE kelimesini ya da Strabon'un OXUS-ISSIC kelimelerini araştırmaya değer bulmaz! Komplo teorisi mi? Şimdiye kadar Antik dönem Türk tarihinde neredeseniz peki? Orta Asya Hun ve Göktürkler'de mi? ... Batılıların (bizimkilerin de) yazdıklarını her zaman sorgulayıp, araştırın.... 


Sizi şimdi Kozloff'un kitabından bir metin göstereceğim:

Bu metinde Mitanni'den HURRİ kökenli at terbiyecisi birinden bahseder, Kikkuli (MÖ 1345): 


Kikkuli bir yarış öncesi atları hazırlar, sanki bir kutsal ayine hazırlanır gibi ve dua eder : "Ve Hurrice şu sözleri söylüyorum... atlar için ... ah Pirinkar ve İştar.... Ve Luvice telaffuz ediyorum kelimeleri... Atlar için her şey yolunda olsun...". [Burada geçen 'luvice' kelimesinin varlığından şüpheliyim!.. Kim 'şimdi Hurrice şunları söylüyorum', ya da 'Luvice telaffuz ediyorum' der...] Kikkuli MÖ 13.yy'da I. Şuppiluliuma tarafından Hattuşaş'ya getirilir ve imparatorun istediği üzerine Nesice 'At Eğitim Uzmanlık El Kitabı'nı yazar. Ayrıca, Hurriler Hint-Avrupa dilli değildir ve Türklerle içli dışlıdırlar....


Kozloff': "Along the road from Malkata and from the southern end of the birket to Kom el-Abd is a desert altar at Kom al-Samak. This is assumed to have been used during the king's jubilee, and its placement between the birket and Kom el-Abd may have been desgined for the king and his horses and chariots before the dangerous, even life-threatening competition. It recalls Kikkuli's preparations before a sacred rite involving the horses: "On the tenth day, at the moment of the last watch of the night, as the day is rising and it is not yet completely light...in the stable I make a libation and I invoke the gods Pirinkar and İshtar. In Hurrian I pronounce these words: 'For the horses...O Pirinkar and İshtar'. And in Luvian I pronounce the words, 'For the horses May all go well'... and then with a bit of mutton fat I anoint the horses." Kom el-Samak is a dream location to serve as an altar for blessing the horses before a race." page 165 


Arielle P.Kozloff - Amenhotep III: Egypt's Radiant Pharaoh
(former curator of ancient art at the Cleveland Museum of Art, is now a private consultant and lecturer for museums and private collectors)


Bir başka Kikkuli de bizim ülkeden... 
"Mitanni ülkesinden At Terbiyecisi Kikkuli" nin MÖ.15.yy'da yazılmış olanın MÖ.13.yy kopya yazıtı 1906-7 de Boğazköy'de bulunmuştur. Kikkuli Hurri kökenlidir ve Hattilerin başkenti olup Hititler tarafından işgal edilen Hattuşaş'ta, Hititlere atlar ve at-arabaları hakkında eğitim vermiştir.  Hurriler ne Hint-Avrupalı ne de Hint-Aryan/İrani'dır ! "Kikkuli Yazıtı 4.Tablet" Vorderasiatisches Museum Berlin'dedir.


KUB I 13 I 1f.:
Line 1: UM-MA (l)Ki-ik-ku-li li (LÚ)a-aš-šu-uš-ša-an-ni :(Thus [speaks] Kikkuli, the horse trainer)
Line 2: ŠA KUR (URU) Mi-it-ta-an-ni : (from the land Mittani)






Son söz olarak : 
"...and history is written not by scholars, but by partisan-hypocritical-politicians who impersonating scholar!.."

"...ve tarih akademisyenler tarafından değil, 
bilim adamı kimliğine bürünen partizan-ikiyüzlü-politikacılar tarafından yazılıyor!.."


link for the news 
" 3,200-Year-Old Stone Inscription Tells of Trojan Prince, Sea People"
and my comment for that:
1-Sea Peoples are the Pelasgians in ancient sources, to the Egyptians in the 13th c BC are they called as Tur'sha (or Toorsha), which is also the name of the Etruscans... 2-Mellaart mentioned also about the "Dorak Treasure", which he stoll from Turkey, but to some it is a hoax! if it is a hoax , why did he make up stories like that? And if he lie about something like that, can he lie about other things?.. 3-"Scholars" says that Luwians spoke İE, but they also say that the Sea Peoples spoke İE to... That's a forgery! Pelasgians=Sea Peoples=Etruscans didn't spoke İE, in fact their language was agglutinative. Luwian people and state does not exist, ancient writers, like Homer, Strabo, Pliny, etc. never mentioned ones about Luwians... Or, are the "westerner scholars" more reliable than the "eastern scholars"? Because, studies in Turkology proofs us that the Trojans are the ancestor of Turkish peoples, and spoke proto-Turkish!...I have to think twice about these types of explanations! 
Regards, SB.








Ek linkler:
Kibyra aynı zamanda Gladyatörler Şehri olarak ta anılır: 

"İlk yerleşmelerin Prototürk AS'lar tarafından yapılmış olduğu Birgi, Hermos (Gedis) Irmağı vadisindeki Sardis merkezli Prototürk LU-UD-YA (Lydia) Devleti'nin güneydeki bir yerleşim birimiydi. (Behiç Galip)"
Pelasg-Etrüsk- Lydia üçlemesinde Pelasg=Etrüsk=Türk derken, 
Lidya'da "Manes", Kırgızistan'da "Manas", Mısır'da "Menes" var mesela ;)


Not:
Luviler Abartılmaktadır / Luvice Sorunu adlı iki ayrı çalışmaya da bakabilirsiniz. SB